1. Kısım: Yalnız Ruh
2017 - Eylül
“Bırak beni, ne olur bırak artık! Bırak ki artık hayatımı yaşayayım. Bırak da herkes gibi olayım. Tüm hayatım boyunca bana işkence etmen yetmedi mi?”
“Kes artık sesini! Bunlar bir işe yaramayacak! Biliyorsun,” Karşımda duran zayıf, kısa boylu kızın ince kolları tutunduğu mermer lavaboda tir tir titriyordu. Bir zamanlar beyaza yakın bir renkte olan teni, şimdi hastalıktan ve zayıflıktan soluk bir hal almıştı. Omzuna kadar inen dağınık siyah saçları vardı ve bir tutamı sağ gözünün üzerine düşüyor, görüşünü kısıtlıyordu. İnce pembe dudaklarını uçuk kaplamıştı. Giydiği beyaz tişört, onun üzerinde çok büyük duruyordu.
Onu varoluşun tüm faktörlerinden uzak tutan ilk özelliği ise korkunç siyah gözleriydi. Göz akı ya da irisi olmayan, siyahın hüküm sürdüğü bir çift göz. Korku romanlarından çıkmış gibi, yalnızca bu canavarlara ait. Yalnızca bakışları, orman hayvanlarının korkudan olduğu yerde donakalmasına neden olabilirdi. Ondan korkuyordum ve bu ona zevk veriyordu.
“Hayatım boyunca senden kurtulmak için o lanet ilaçları aldım ama hala burada, karşımdasın. Sana daha ne kadar katlanmam gerek? Bu yalnız hayatımda daha ne kadar acı çekmem? Kaç kez daha korku içinde uyanacağım uykumdan!” Sözlerim, zindan duvarlarından esen soğuk bir rüzgâr gibi zayıftı. Sesim kısılmıştı. Yaşadığım korkuyu yansıtıyordu.
“İlaçların bedenine zarar vermekten başka işe yaramadığını sen de biliyorsun. Kısa süreli olarak beni uzak tutmanın faydası yok. Kabul et! Ben de buradayım ve bu beden senin olduğu kadar benim de hakkım! Umutsuz çabanı bırak. Aksi halde tek zarar gören sen olmayacaksın.” Sözleri ulu ormanların üstünde esen fırtına gibi, gür ve derindendi. Hayvan kükremesini andırıyordu. En kötüsü bu, sözlerinde haklıydı. Kabul etmek istemesem de, onu reddetsem de ilaçlar işe yaramıyordu. Zararlı çıkan yalnızca bendim.
İki saat süren bu ayna karşısındaki tartışma, her zaman olduğu gibi yorgun düşmemle son buldu. Bacaklarım titreyerek gücünü kaybetti. Bir anda lavabonun önünde sırtüstü yere serildim. Banyo halısı sayesinde canım çok yanmadı. Orada bir süre yattım. Beyaz tavana bakarak, nefes alışverişimi ancak toparladım.
En sonunda kalkıp aynada tekrar kendime baktım. Gözlerimdeki karanlığın yerini kahverengi almıştı. İnsana ait oldukları belli oluyordu. Gözaltlarımda yorgunluk temelli morluklar olsa da onların bin tanesini kara gözlü canavara tercih ederdim.
Yorgun olduğum için lavabodan çıktım ve salonun ışığı ile aydınlanan koridordan geçip kendimi odama attım. Gardırobumdan uyurken giydiğim siyah kapşonlu aldım ve üzerimi değiştirdim. Yatak ucuna yattım. Karnım açtı ama hazırlayacak enerjim yoktu. Yorgundum. Biraz önceki korkunun yerini buruk bir hüzün almıştı. Onun dışında hiçbir duygu yoktu.
Travmaya dayalı çoğul kişilik bozukluğu, normal bir hayatımın olmamasının tek neden işte bu. Bu hastalığın ortaya çıktığı olayı hatırlamıyorum. Yalnızca olayın ertesi gününden sonra onun varlığına katlanmam gerektiğini biliyorum. Ona diğer kız diyorum. Korku durumlarında ortaya çıkan ve anında bedenimin tüm kontrolünü alan diğer kişiliğim. Kendime ait bu bedende, gücüm olmadan yalnızca korkarak yaptıklarını izliyorum.
Evimdeki psikoloji kitaplarda farklı kişiliklerin, farklı anıları olduğunu söylese de özel bir vaka olan benim için durum bundan daha farklı. Bedenimin kontrolünü eline aldığında bilincimi korumaya devam ederim. Ne görse, duysa, hissetse ben de yaşarım. Onunla konuşabilir ve canı isterse ondan yanıt alırım. Onun zayıflığı ise korku dışında herhangi bir duygu yaşadığım zaman bedenimde tek söz olmam. O yalnızca korkudan beslenir ve korkuyla gelir.
Ne kadar yorgun olsam da kendimi zorlayıp doğruldum ve komidinin üzerindeki ilaç kavanozuna uzandım. İçindeki onlarca koyu lacivert kapsül hayatımda aldıklarıma kıyasla oldukça azdı. Her gün azından iki tane alırdım. İlaçlarım benim zihnimi durgunlaştırıp hiçbir duygu hissetmememi sağlar. Korku da bu duygulardan biri. Korku olmazsa, diğer kız da olmaz. Ancak o haklı. Bunlar hastalığımı tedavi etmiyor yalnızca geçiştirir. Üstelik yan etki olarak kilo almamı engeller, bedenimi zayıf düşürür. Bu duruma “Bulutlu Gökyüzü” adını veriyorum. Güneşin bana ulaşamadığı, kendimi bir ağacın soğuk gövdesine dayanmış gibi bulduğum durum. Karanlık ya da aydınlık değil, gri.
Pencereden baktığımda hava kararmıştı. Çam ağaçları gece esen rüzgarla salınıyorlardı. O gün yurt dışında konferansta olan annemle beraber bu orman yanındaki iki katlı evde kalıyordum. Dışarıya çıkma iznim yoktu. Dışarısı duygularımın sınırı olmadığı için tehlikeliydi. O yüzden acil durumlar hariç annem olmadan dışarı çıkmazdım ya da duygu ilaçlarımdan en iki tanesini almak zorundaydım. Hayatım bu evde, insanlardan uzak geçmişti. En azından travmamın sonrasında.
Telefonuma mesaj geldiğinde cebimden çıkarıp baktım. “Üzgünüm Eylül, konferansım iki gün sonrasında ertelendi. Maalesef eve beklediğimden daha geç geleceğim. En azından bir hafta daha burada olacağım. Hesabına marketten sipariş vermen için para aktardım. Ben dönünceye kadar yeterli olacaktır. Evde kal. İlaçlarını almayı unutma ve kendine dikkat et.”
Bu mesaj karşısında moralim bozulsa daha çok bozuldu ama bunu mesajda belli etmedim. “Tamam, kendine dikkat et. Ben idare ederim.” Bana kalp emojisi ile geri döndü. Telefonu kapatıp komidinin üzerine koydum. Hemen yanında bizim fotoğrafımız vardı. Orman patikasında beraber yürürken çekmiştik. Annem uzun siyah saçları ve koyu yeşil gözleriyle oldukça güzeldi. Bense yanında ölü gibi duruyordum. Onunla çok az benziyoruz. Her zaman ben doğmadan önce ölen babama çektiğimi söylerdi. O günkü yürüyüşten önce iki doz ilaç aldığım için da donuktum.
Onun her zaman gizemli biri olduğunu biliyordum. Üniversite dönemine kadar yaşlı ailesi dışında yakın olduğu birisi olmayan, babamla tanıştıktan sonra hayatı değişen bir kadındı. Arkadaşlarının hepsi yurt dışındaydı ama o bana bakmak için burada kalmayı tercih ediyordu. Buranın havası ve sağlık imkanlarının daha iyi olduğunu savunurdu. Duygularını belli etmezdi. Kötü bir anne değildi. Hayatını bana ve çok sevdi işi olan psikologluğa adamıştı. Hayatım boyu ona karşı kendimi suçlu hissetmiştim. Belki doğmasaydım daha mutlu olacağını, normal olsam daha az yorulacağını düşünürdüm. Hayatımın merkezinde güneş gibi parlardı. Kelimenin tam anlamıyla her şeyimdi. Ben de onun her şeyi olduğumu sanıyordum.
Ev sessizdi. Yıllardır insanların arasında karışmadığım için arkadaşım yoktu. Beni korkutma ihtimaline karşın evcil hayvan sahiplenmeme izin verilmemişti. Bu yüzden kendi el konsolumu elime aldım ve oyun oynamaya başladım. Herhangi korkutucu öge bulundurmayan bir çiftlik oyununu seçtim. Saatler boyu da onu oynadım. Oyun oynarken duygularımla kalmayı sevdiğim için haplarımı almadım Ve o gece, oyun oynarken uyuya kaldım. O zamana kadar yaptığım en doğru davranış buydu.
-----
Dışarıdan gelen bağırmalarla uyandığımda esneyerek doğruldum ve masamın üzerindeki saate göz attım. Gece yarısını geçeli kısa bir süre olmuştu. Bedenim uyku anlamında dinlenmiş olsa da hala daha açtım. Yatağımdan kalktım ve ani bir merakla penceremden dışarısına göz gezdirdim. Pencerem evin kapısına bakan ara sokağa bakıyordu. Geceleri karşı kaldırımdaki sokak lambası ile aydınlanan burada bir güvenlik kamerası olmamasını fırsat bilip kavga eden insanları ayda bir iki kez görmeye alışkındım.
Tekrardan bunlardan bir tanesi olduğunu düşündüğüm için nefesimi verdim. Kalın perdeyi hafifçe kenara çektim ve izlemeye başladım. Dışarıda kırklı yaşlarında, kirli sakallı, uzun burunlu bir adam sırtını sokağın duvarına vermiş, önündeki iki kişiyle konuşuyordu. Adamın üzerindeki uzun palto, altındaki kumaş pantolonla tekinsiz görünüyordu. Ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırmıştı. Korkuyordu. Onun karşısındaki iki kişinin bana arkası dönük durdukları için tam seçemedim. Yalnızca biri daha zayıf, diğeri daha fitti. Zayıf olanın giydiği siyah tişörtün sırt kısmı elips biçimde açıktı ve buradan bile çıplak tenini görebiliyordum. Bu gördüğüm en garip moda tasarımlarından biriydi. Fit olansa daha normaldi. Siyah, kot ceket giymişti.
Daha fazla umursamadan kahve hazırlamak için mutfağa gidecektim ki bir çığlık sesi tüm sokakta yankılandı. Sırtını duvara vermiş adam, genç olana sırıtarak bakıyordu. Genç, başını ellerinin arasına aldı ve öne doğru eğildi. Şaşırmış biçimde bakmayı sürdürdüm. O kısa anda, hayatımda doğal olmayan tek figür diğer kişiliğim olmaktan çıktı. Çıplak sırtında önce kanamaya başladı. Ardından saniyeler içinde dışarıya iki tane katran rengi kuşkanadı fırladı. Genç doğrulurken o kanatları iki yana doğru kocaman açıldı.
Önce kısa bir şaşırma ardından da onu izleyen korku duygusu, kontrolü diğer kıza bırakmama neden oldu. Bedenimin hareketleri hızlandı ve gözlerimi kararırken diğer kız olanların şaşkınlığı ile bir iki adım geri çekildi. “Neler oluyor?”
Bedenim benim herhangi bir etkimin olmamasına rağmen titriyordu. Alnımdan terler dökülmeye başlamıştı. Diğer kız, o da bu manzara karşısında korkuyordu. Her şeye rağmen o benden farklı olarak; korkuyu kabul etmek istemez, üzerine yürürdü. Benim korkularıma, o karşı geldi. Normalde bir silah olsa ya da tehlikeli bir bıçak, bu durumda geri çekilirdi.
Bedenimde daha önce görmediğim kadar titriyordu. O an fark ettim ki, gördüklerinden diğer kız da korkmuştu. Her zaman vahşi olan, korku hissettiğini bile bilmediğim o kız; öylesinde titriyordu ki ben daha fazla korktum. Aramızdaki fark birkaç saniye içinde fazla açıldı. Ben korkarken saklanırdım. Onun doğasında ise korkunun üzerine gitmek vardı. “Yapma!” dedim ama beni dinlemedi. Koridordan daha önce ondan görmediğim bir hızda fırladı ve dışarı doğru koştu. Zihni, bedenimle uyum içindeydi. Avına kitlenmişti ve avında gerçekler yatıyordu. Bu dünyaya ait olmayan gerçekler. “Burada neler döndüğünü anlamalıyım.”
Kapının önünde saniyelik durup anahtarı aldı. Geri dönüş yolu için, yalnızca bir şans. Ayakkabılarını giydi. Kalbimin hızlandığını duyuyordum. Kanım göğüs kafesimden pompalanmıyor, püskürüyordu sanki. Kol ve bacak kaslarım gerilmişti. İlk merdivenlerin yarısını, ikincinin tamamını zıplayarak geçti. Bunu yapabileceğini, daha doğrusu bedenimin bunu yapabileceğini bilmiyordum. Çok daha güçlü, çok daha hızlı hissediyordum. Apartman kapısından durmadan çıktı.
Sokağın sonunda ise, karşımızdaki manzara beklediğimden daha korkunçtu. Genç, biraz önce yanında duran adamın karşısında şimdi dizleri üzerine çökmüştü. Sırtından koyu kızıl kanlar akıyordu. Bir yay gibi yukarı gerilmiş kanatlarının uç kısımları yere değiyordu. İnce kemikli parmaklarından birkaç santim boyutunda sivri pençeler çıkmıştı. Yüzünde vahşet dolu bir ifade vardı. O her neyse insan olmazdı.
Kot ceketli adamsa tek dizinin üzerinde gencin gözlerine bakıyordu. Bizi fark etmeden birkaç saniyelik zaman dilinde, sessizce durdular. Nefesleri buharlar çıkararak gecenin soğuğuna karıştı. Adam bana doğru döndüğünde bunun bir kâbus olmasını diledim. İkisinin gözleri de oldukça tanıdıktı. Hayatım boyunca onları yalnızca aynada gördüm. Diğer kıza ait, canavarı andıran karanlık gözlerdi.
Bu gözler gerçek olamazdı. Hayatım boyunca onun siyah gözlerinin yalnızca zihnimin bir oyunu olduğunu düşündüm. Bedenimi esir alan, nefret ettiğim o kızın gözlerini kendi gözlerimden daha farklı görmem normaldi. Bilinçaltımda bir leke, bir koruma güdüsüydü. Gerçek hayatta karşılığı yoktu. Hangi kişiliğimde olursam olayım, gözlerim dışarıdan normal gözükürdü. Annem bana böyle anlatmıştı. Bazı gerçeklerin ömürleri olur, yalan olduğu ortaya çıkmalarına kadar. Benim gerçekliğim o an paramparça oldu.
Siyah ceketli adam bana baktığında, gözlerinde yalnızca anlık bir gölge ve ışık geçti. Onun karanlığının yerine, mavi gözler aldı. Sıradan bir insan gibiydi. Bu birkaç saniyelik aydınlığın ardından tekrar gölgelere boğuldu. Bana bakarken sakince ayağa kalktı ve üzerime doğru yürümeye başladı.
Bu anda kaçmam gerektiğini biliyordum ama donup kalmıştım. Onun korkusundan değil, bedenim hareket etmiyordu. Bedenimin kontrolünde olmamaktan değil, diğer kız da kaçmak istiyordu. Onun korkudan çarpan kalp atışları altında geri adım atmaya çalıştığını biliyordum ama göz kapaklarım dahi hareket etmiyordu. Havanın soğuk olmasının yanında, onun etkisiyle üşüyordum. Bunu yalnızca, bana bakarak yapmıştı.
Adam yavaş adımların ardından tam önümde durdu. “Kimsin sen?” diye sordu. Gözlerini hareket bile ettirmeden başımdaki donma etkisini kapattı. Kız, dişlerini sıkarak konuştu. “Ben Eylül Sönmez. Bu apartmanda yaşıyorum. Asıl siz kimsiniz? Bunlar gerçek mi, tüm bu doğaüstü güçleriniz?” Onun da benim gibi olduğunu biliyordum. En az benim kadar korkuyordu. Yalnızca onu belli edemeyecek kadar gururlu ve güçlüydü.
Onun sözleri, adamda farklı bir etki oluşturdu. Başını hafifçe yukarı kaldırdı ama göz temasını kesmedi. “Sen,” dedi duraksayarak. “Ne olduğumuzu bilmiyor musun?” Bilmem gerekirken bilgisizmişim gibi konuşmuştu. Ardından gözlerim karardı. Bedenim uyku hissine yenik düştü ve bilincimi kaybettim.
-----
Zihnim yavaş yavaş uyanırken, yaşadığım şeyler tekrar zihnimde canlandı. Uyanışım, kara kanatlı genç ve karanlık gözleri olan adam… Hepsi imgeler halinde tekrar hatıralarıma dönerken korkmayı bekledim. Kâbusun sonunda korkarak uyanmam gerekiyordu ama olmadı. Aksine çok sakin ve hissizdim. “İlacım.” Bu sözcük zihnimin boş duvarlarında yankılandı. Bulutlu gökyüzü altında olduğumu anladım. Biri bana onlardan zorla vermiş olmalı. Bedenime ağırlık çökmüştü. Bulunduğum odadaki sesleri duyabiliyordum. İki erkek konuşuyordu ama dediklerini tam anlayamadım. Sadece birinin siyah ceketli adamın sesi olduğunu fark ettim. Diğeri de genç olmalıydı.
Göz kapaklarımı ağır kepenkler gibi yavaşça açtığımda evimin salonunda oturduğumu gördüm. Kahverengi duvarlar, gri iki kanepe ve sade cam sehpa yıllardır bıraktığım gibiydi. Perdeler kapalıydı. Odadaki tek ışık, köşede duran ayaklı abajurdan geliyordu. Ben uzun kanepenin ortasında oturuyordum. Ellerim ve ayaklarım, sağlam halatlarla bağlanmıştı. Tam karşımdaki gri pufta gerçekliğimi yıkan genç oturuyordu. Kanatları yok olmuş, gözleri normalde dönmüştü. Kahverengi, soluk gözleri vardı.
Benden daha büyük olmadığını düşündüm. Siyah dağınık saçları alnına düşüyordu. Uyandığımı fark ettiğinde yeni kapanmış kan izi olan dudakları dikkatle kıvrıldı ve adama döndü. “Alpha, uyandı.” İngilizce konuşmuştu. Sağ elindeki tuttuğu kot pantolonun cebine atarken bileğindeki ağzı zincirli kurt simgesi olan bir bilekliği fark ettim.
Alpha, bana sorgulayan adam, kitaplıktaki kitapları incelemekle meşguldü. Genç adını söylediği sırada bana döndü. Hala daha karanlık gözleri vardı. Göz temasını kaçırırsam, bunun bana karşı tehlikeli bir hamle yapmasını sağlayacağına dair bir havası vardı. Onun bu odadaki en güçlü varlık olduğunu tam olarak anlayabiliyordum. Bu rahatsız edici hisse boyun eğdim.
Zihnimin içinde kendime seslendim. ‘Sakin olmalıyım. Bana zarar vermek isteselerdi bunu ben uyurken yaparlardı. Buna rağmen canım yanmamıştı. Hala daha aynı bendim. Yalnızca sorgulamak istiyorlardı. Onlara istediklerini verirsem karanlık gözlerinin ardındaki gerçeği öğrenebilirim.’ O zamanlar bunu normal şartlar altında yapamazdım ama bulutlu gökyüzü altında olmak korkmamı engelliyordu. Zihnim ormanda yavaş adımlar atmamı sağlamıştı. Buradan ölmeden çıkmak için, bunun devam etmesine ihtiyacım vardı. İçgüdülerim bana bunları yaptıracak kadar güçlüydü.
Alpha, elinde tuttuğu kitabı kapatıp beni kısaca süzdü. Yirmilerin sonuna gelmiş, atletik vücutlu biriydi. Yanındaki genç gibi uzun boyluydu. Aynı bileklik onda da vardı. Konuşmamam ona karşı olan zayıflığımı gösteriyordu. “Bütün bunlardan önce, bana kendini tanıt. Kimsin sen ve bir kara ruhun burada işi ne?” Adam bana karşı Türkçe konuştu ama aksanı onun yabancı olmadığını anlamamı sağladı.
Kara ruh, bu tabiri ilk kez duyuyordum. “Adım Eylül Sönmez. Burada, annemle yaşıyorum ve çoğul kişilik bozukluğum var. Kara ruh dediğiniz ne bilmiyorum ben yalnızca hastalığını yenemediği için evinde kalmak zorunda olan bir lise öğrencisiyim. Siz ortaya çıkana kadar doğaüstü güçler kullanan varlıkları kitaplardan ibaret sanırdım.” Kısa ve öz, her cevabım da doğruydu. Yalan söylemem işime yaramayacaktı. Bu yalnızca onların güvenini kaybetmeme neden olurdu.
Alpha adındaki adam gözlerini kapatıp düşünürken genç “Yalan söylemiyor mu?” diye sordu. Bu onun da benim gibi duygusuz olduğunu fark ettim. Burada şaşırmış olmasını beklerdim ama benimle benzer donuk bakışlar onda da vardı. İkimiz de aynı gökyüzünün altında yürüyorduk.
Alpha başını hayır anlamında salladı. “Gerçekten kara ruhun ne demek olduğunu bilmiyor. En ufak yalan söylemedi.” Genç bu sefer bana baktı. Öne doğru biraz daha eğildi. “Kara gözlerin hakkında ne biliyorsun? Onların normal olmadığını anlamış olmalısın.”
Anladığımı düşünüyordum, onlar ortaya çıkana dek. “Onların nedeni diğer kişiliğimden tarafından ezilen bilinçaltımın kendimi savunması olduğunu sanıyordum. Sadece zihinsel bir etki, aslında gözlerimin farklı olduğu yok. İnsanlar gözlerimin karardığını görmüyor, diye biliyordum. Sizde neden aynı karanlığı görüyorum, inanın anlamıyorum. Bunlar bana yeni.” Hayatım boyunca buna inanmıştım. Bu yaşamın temel taşlarından biriydi. Az önce onlardan biri yıkılmıştı ve ben zarar zor ayaktaydım.
Alpha ben konuşurken tekrardan gözlerime baktı. Hala daha devam ediyordu. Sıradaki soru ondan geldi. “Gözlerinin diğer, yani ikinci kişiliğinle ortaya çıktığını söyledin. Hangi durumlarda ikinci kişiliğin ortaya çıkıyor? Bu durumun sana başka bir etkisi var mı?"
Kısaca duraksadım. İkinci kızın bedenimde olan etkilerini tam olarak düşündüm. Onun bana ait olan bu bedenin sınırlarını daha fazla zorlayabildiği gerçek. Benden daha güçlü ve hızlı. Bunları evin dışında görmesem de yalnızca ellerinde kırdığı eşyalarımdan bile anlayabilirim. Asıl dikkatimi çeken onun benden doğayı benden daha iyi algılaması; gözleri geceleri benden daha iyi, kulakları benden daha iyi duyar ve kokuları benden daha iyi alır. Evin dışına çıkmadığı, daha doğrusu çıkamadığı için bunlar yalnızca bu orman kıyısındaki yerden aldığım bilgiler. Onun bana son bedensel etkisi de, korku geçtiğinde bedenimin çok yorgun hissetmesi.
Hayatım boyunca ikinci hakkında bildiğim ne varsa, onlara anlatmaya başladım. Korku durumu, bana olan etkilerini, onun ortaya çıktığında bana olanları ve tekrar kaybolduğunda bedenime çöken ağır yorgunluğu. Alpha bir an olsun gözlerini benden ayırmadı. Sessizdi. Bu süreç onu germiş olmalıydı ama buna rağmen gücü yerindeydi. Hala daha tehlikede olduğumu biliyordum. Kendi kendine konuşur gibi konuştu. “Hm, bana bunların ne kadar zaman önce başladığını anlat. Hastalığın canını yakan durumdan sonra mı ortaya çıktı? Bu durumu, nasıl kazandın?”
Bu soru bana garip gelmişti. “Onun ne zaman, nasıl çıktığını hatırlamıyorum. Ailemin, annemin, bana anlattığına göre yedi yaşında çok ağır bir travma geçirdim. Ondan önceki hayatıma dair hiçbir anım yok. Hastalığım bu olaydan hemen sonra ortaya çıkmış. Travmalar bazı insanlarda bu tarz hafıza kayıpları oluşturabilir, en azından o bana bunu söylemişti.”
Konuşmalarımdan sonra ikisi birbirine baktı. Bunların normal olmadığını biliyordum ama onlar kadar doğaüstü de gelmemişti. Kendi kendime neler olduğunu sorgulasam da henüz yanıt bulamamıştım. Alpha’nın son sorusu artık benim hakkımda değildi. “Tüm bunları sana o anlattı değil mi? Annen, seni tek başına büyüten ve bir psikiyatrist olan kadın. Onun dışında tanıdığın, hayatında olan başka biri var mı? Baban ya da deden gibi.”
Ona karşı başımı salladım. “Babam ben doğmadan önce ölmüş. Ailemden geriye kalan tek kişi annem. Uzaktan aldığım eğitim dışında bildiğim ne varsa annemden öğrendim. İkinci kişiliğim dışında hayatımdaki tek insandı. Kim olduğumu ondan öğrendim. Gözlerimin normal olmadığını sizinle burada tanışmadan önce bilmiyordum. Onu sorgulamadım. Bana hayatımı veren kişiyi sorgulamadım ama annem…” Burada durdum. Derin bir nefes alıp verdim. Onun bakışlarından ilk defa gözlerimi kaçırdım. Artık bana zarar vereceğinden korkmuyordum. Hayatta olmamdan daha önce, onu düşündüm. Annem, bana yalan söyledi. Kendi gözlerim hakkında, başka gözler hakkında, yaşadığım bu hayat hakkında sayamayacağım kez yalan söyledi ama bunları göremeyecek kadar kördüm.
Alpha’nın sesi artık daha da kararlıydı. “Ne düşünüyorsun?”
Kafamı tekrardan kaldırdım. Onun karanlık gözlerine bakarken kendimle yüzleşiyordum. Bu hayatın gerçeklerine bakıyordum artık. Yalanlar artık hayatımda olmamalıydı. “Bana yalan söyledi ve ben bunları yalnızca şu an fark edebildim.”
Alpha ellerini cebine attı. Gence baktı. “Ben onlarla iletişime geçerim. Sen onu serbest bırak ve kara ruhların ne olduğunu anlat. Bize zarar vermeyecek. Hakkımızda en ufak fikri yok zaten.” Mutfağa girerken ceketinin cebinden eski bir telefon çıkardı.
Genç gelen emirle beraber ayağa kalktı. Önümde eğildi önce ayaklarımı sonra ellerimi çözdü. Bileklerimi ovuşturdum. Biraz acıyordu ama dayanamayacağım kadar değildi. Kafasını kaldırdı. “Bana Crow diyebilirsin. Hayatın oldukça farklı. Tanıdığım en farklı kara olabilirsin,” dedi. Nefesimi verdim. Yorgunum ama soracak sorularım da vardı. “Kara ruhlar, siz ve ben onlardan mıyız? Gözlerimizle mi alakalı?” Crow başını salladıktan sonra eski yerine, karşımdaki koltuğa oturdu.
“Kara ruhları, insanlardan farklı bir tür olarak düşünebilirsin. Her birimiz bir zamanlar insandık. Onlardan farkımız ise, duygularımızla doğaüstü güçler kazanan varlıklar olmamız. İnsan kara ruh olmak ile lanetlendiğinde geri dönüşü yoktur. Hayatımız boyunca ruhumuzdaki bu lekeyi taşırız. İnsanın nasıl kara ruh olduğu şu an için asıl konumuz değil, bunu daha sonra anlatırım. Bunun yerine olduktan sonraki durumu anlatabilirim. Ana duygun seni hayatta tutan gücündür. Senin durumunda bu korku ama seninle aynı duygusu olanlarla sık rastlamayabilirsin. Üzüntü, kıskançlık, acımasızlık gibi duygularla var olan kara ruhlar görebilirsin. Kişi ne zaman ana duygusunu hissetse farklı doğaüstü güçlerini ortaya çıkarır. İnsanüstü koşma hızı, çok uzak mesafeleri görme ya da cisimlerin içinde geçebilme gibi. Bunun sınırı var, yalnızca ana duygunu hissettiğin sürece gücünü kullanabilirsin. Ne kadar kontrol edebileceğinse sana kalmış. Her birimizde aynı olansa gözlerimizdir. Ana duygunu hissettiğin sürece gözlerin karanlık kalır.
Bunu örnekle anlatmam daha doğru. Ana duygusu öfke olan birini düşün. Her öfkelendiği zaman ufak nesneleri hareket ettirme gücüne sahip. Dönüşümden önce de öfkeli biridir. Kara ruh olduktan bu formu alır yalnızca. Onun öfkeli olduğu bir anda dış etkenler ya da ilaçlarla duygusu değişirse, gücünü ve gözlerindeki karanlığı kaybeder. Konu aslında bu, insanlardan farklı varlıklarız fakat bu dünya nasıl dönüşümden önce bizim doğal alanımızsa insanların alanı. Onların kurallarına uymak zorundayız. Eğer hayatta kalmak istiyorsak.”
Anlattıkları her ne kadar okuduğum kitaplardan çıkmış gibi gelse de aslında bu yaşamın özünü kavramıştım. “Hayatım bundan ibaret aslında değil mi? Korktuğumda bedenimin ikinci kişiliğime geçmesi ve onun beden daha güçlü olması temelde benim gücüm. Bu yüzden korkmadığım zamanlarda yok oluyor, gözlerim gibi. Ana duygumda olmadığım için. Doğru mu anladım?”
Crow başını salladı. “Bu kadar kandırılmış olmana karşın bunu kolay kavradın. Bu ikinci kişilik olan gücün, daha fazla araştırmak için zamana ihtiyacın olacak. Tanıdığım herkes kara ruh olduktan kısa süre türümüzle karşılaştı. Senin bu durumda olman, ilk defa bununla karşılaştım.” Sözlerinde dürüsttü. Bulutlu gökyüzü altında yalanlarla ihtiyacımız yoktur.
Crow bana ne olduğumu ve güçlerimin temellerini anlatmıştı. Onun dışında bu dünyanın başka sırlarında ihtiyacım vardı. “Peki nasıl olur da kara ruhları daha önce hiçbir yerde duymadım. Televizyon ya da internette neden varlığımızdan bahsedilmiyor?”
Crow salonun duvarına sabitlenmiş televizyona baktı. “Hayır. Dışarıdaki dünyanın bizden haberi yok. Kara ruh olmadan önce varlığımızdan habersiz, sıradan biriydim. İnsanların bizim varlığımızı bilmesi kargaşaya neden olurdu. Bizi öldürmüyorlar çünkü güçlerimizi kullanabilirler. Birini öldürmek için kanatlı bir canavarın gökyüzünden evinin bahçesine inmesi yeterli. Kimse görgü tanıklarına inanmaz ve kameralar her daim gerekli kişiler tarafından silinir. Birlik adındaki grup, dünyadaki büyük devletlerin adına bizi kontrol eder. Kara ruh olduğumuzda onlar tarafından bulunuruz. Hayatımdaki kim varsa ona öldüğümüz söylenir. Kara ruh ailesinden, arkadaşlarından, hayallerinden ve geri kalan hayatından geride hiçbir güç bırakmadan alınır. Klanlar adını verdiğimiz küçük gruplar hallinde genelde ormanlara yakın evlerde yaşarız. Görevimiz olmadığı sürece de hayatlarımızı insanlardan uzak geçiririz.”
Sözüne ara verip gözlerime baktı. “Üzgünüm, yaşamın tıpkı bana olduğu gibi burada sona ermek zorunda. Her birimiz gibi eski hayatına dair olanları geride bırakmaz zorundasın. Hayatın, arkadaşların ve hayallerin de dahil. Kara ruhun anlamı bu.”
Haksızlık, yalnızca haksızlık. Onun söylediklerinin ardından bunu düşündüm. Hayatım boyunca lanetimden kurtulmanın hayalini kurdum. Sıradan bir insan olarak yaşamanın ve üniversiteye gitmenin benim için anlamı çok fazlaydı. Bu lanet yalnızca bedenimi elimden almakla kalmamış, yanında geride kalan hayatımı da götürmüştü. Dünyanın adil olmadığını biliyordum ama bu, ilk defa yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Canım onun acısıyla yanıyordu. “Reddetme gibi bir şansım yok değil mi?”
“Hayır,” dedi sakince. Hayatta kalmak istiyorsam, onlara katılmalıydım. Bunun ürpertisi tenim üzerinde soğuk bir rüzgâr gibi geçti. İlacımın etkisi artık geçmeye başlamıştı. Bunun farkındaydım.
Bu sırada Alpha salona geri döndü. “Bunu öğrenmen senin için daha doğru,” dedi ve cebinden telefonumu çıkarıp bana uzattı. Sakince ayağa kalkıp telefonu aldım. Ekranda, tek bir mesaj vardı. On dakika önce Alpha hala odadayken gelmişti. ‘Üzgünüm kızım, bir süre yollarımız ayrılacak. Sana yemin ederim bir gün tekrar karşılaşacağız ve gerçekleri sana anlatacağım. Kendine iyi bak sevgili kızım, seni seviyorum.”
Alpha Crow’a döndü. “Evde dinleme cihazı olmalı. Geldiğimizi biliyorlar,” dedi.
Artık hayatımın temel taşlarından en ağırı yıkılmıştı. Bu doğru olamazdı. Telefonu tuşladım ve onu defalarca kez aramaya çalıştım ama her seferinde telefon kapalıydı. Gözlerimin dolduğunu, o lanet tuzlu sıvının dışarıya çıkmak için akın ettiğini hissedebiliyordum. Annem tarafından, hayatımda en çok değer verdiğim kişi tarafından, az önce terk edilmiştim.
Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Telefonu kenara bırakıp onlara döndüm. Alpha umutsuzca üzgün olduğunu söyledi. Crow ise yalnızca başını eğdi. “Bundan sonra ne olacak?” diye sorduğumdaysa Alpha yanıtladı. “Birlik, seni almamı istedi. Gece yarısını geçtik durumunu yarın onlarla görüşürüm. Klanıma katılmanı emredeceklerini düşünüyorum ama emin değiliz. Annen hakkındakiler başka bir sır kapısı. Her şekilde eşyalarını toplaman gerek. Sırt çantasına sığacak kadar olanlar yeterli. Elektronik cihaz alma.”
Emrederseniz anlamında başımı salladım. Tam odama dönmüştüm ki arkamdan seslendi. “Son olarak kendine bir isim düşün. Bizler geçmişteki isimlerimizi kullanmayız. Alpha ya da Crow gibi sana ait bir adın olsun.” Tekrardan emrederseniz hareketini yaptım ve içeri girdim. Yakında odamı terk edip bir daha geri dönmeyecektim. Son kez baktım. Yıllardır kullandığım gardırobuma, rahat yatağıma, çocukken oyun oynadığım beyaz halıya ve son zamanlarda neredeyse günün tamamını başına geçirdiğim el konsoluma son kez göz gezdirdim.
Bacaklarım beni zar zor taşıyordu. Bulutlu gökyüzünün yavaştan dağıldığını anladım. Kısa süre sonra duygularım geri gelecekti ve hazırlanma işini bundan önce bitirmek istedim. Yanımda birkaç parça pantolon ve tişört aldım. Bunlardan ikisi siyah, biri beyazdı. Bundan farklı giyinmiyorum zaten. İkinci kız, siyah giyinmeyi sever. Bense onun tersine beyaz. Kıyafet alacağım zamanlarda eğer kontrol bende değilse o sipariş ederdi. Ne ben onunkilere dokunurdum. Ne o benimkilere dokunurdu. Artık bu tarzda lükslere yerimiz yoktu. Bu durum ikimize de uyacaktı. Günlüğümün yanında tekrar okumaktan sıkılmayacağım iki kitap aldım. Çantanın iki yanına ilaç kutularımı koydum. Sonra üzerimi değiştirdim. Benzer bir tişört, pantolon ve ceketim. Uzun saçlarımı arkada serbest bıraktım.
Çantamı tek omzuma atıp kapıdan çıkacakken eşiğe yaslanmış aynada kendi görüntüme baktım. Yorgunluk gözlerime, daha fazla morluk olarak çökmüştü. Ruhum gibi, siyah içindeydim. Nefes aldım. Sonunda, bulutlu gökyüzü tamamen dağıldı. Lanetim uzandığım kapı koluna dokunan parmaklarımdan kalbime aktı. Direnmedim. Karanlığa teslim oldum. Ona teslim oldum.
Konuşmadı. Yalnızca elini kapı kolundan çekti ve aynada kendine baktı. Yüzünde en ufak mimik oynamadı. Sonra öylece geri dönüp yatağa oturdu. Sırtını duvara yasladı. Yaşadığım, duyduğum her şeyi biliyordu. Bunun ona yansıması beklediğimden farklıydı. Onu hiç bu kadar sessiz görmemiştim. Bunun daha başlangıç olduğunu biliyordum. En sonunda bir kurt gibi dişlerini sıktı. “Onu bulmamız gerek. Bu olanları, yalanları neden yaşadığımı bilmek istiyorum.” Sesi kadar sertti ama onun acısını gördüm. Onun acısının yansımalarını yalnızca bakmasında gördüm. Annem bana yalan söylemedi, annem bize yalanlar söyledi. O kontrolü ele aldığında başını okşadığında, “kızım” diye sevdiğinde, geceleri kâbus gördüğüm zamanlarda beni rahatlatmak için yanımda yattığında ona da yalan söylemişti. Ve diğer kız, annemi ben kadar severdi.
Korkularımın arasından “Öyle yapalım,” dedim.
Sırt çantamı tek omzuna astı ve oturma odasına ilerledi. Alpha, Crow ile sessizce bekliyordu. O, kendini gösterdiğinde ayağa kalktılar. Konuşmaya kırgın olan taraf başladı. “Durumun farkındayım. Bu hayatta yaşamak istiyorsam, sizin yanınızda olmam gerek ama aramızda bağ kurmak falan istemiyorum. Nefes almayı devam etmek ve annemi bulmak bana yeter. Emirlerinizi yerine getireceğim. Onun dışında benden beklentiniz olmasın.” Sesi hala aynı tondaydı.
Alpha ellerini cebine attı. “Bu bana uygun. Yalnızca konuşmak istediğinde burada olduğum aklında bulunsun. Kendini çekmene gerek yok.”
Diğer kız baş sallamakla yetindi.
Alpha cebinden ilaç kutularımdan birini çıkarıp ona attı. “Bu geceden sonra artık ne olduğunun farkındasın. Bu halde dışarı çıkamazsın.” İçimde bir başka korku mumu yandı. Hayatında bir bez olsun, kendi rızasıyla ilaç almamıştı. Diğer kız, sorun çıkarmadı. Düşünmeden kutudan bir kapsül aldı ve susuz yuttu. Hayatın geri kalanından bu kadar korkmasaydım, buna şaşırırdım.
İlacın etkisini göstermesini beklerken, Alpha’nın emriyle çantamızı ona verdi. Bana verilen emrin dışında eşyalarımın olup olmadığına baktı. Hayatım boyunca topladığım ne varsa, tek bir çantanın içine sığmak zorunda kalmıştı. Yazdığım küçük yazılar, oyun figürlerim, yıllar içinde biriktirdiğim her birinde notlar olan onlarca kitabım, annemle olan anıların fotoğraflarım; hiçbir hatıraya gerek olmadan burada kalacaktı. Kimliğimi bile bırakmıştım.
Sonunda, ilaç etkisini gösterdi. Karanlık gözlerimi terk ettiğinde ayağa kalktım. Onun bedenimi terk ettiğinde gücümün tükenmesinin yanında, bunu iki kere yaşamıştım. Artık geri kalan enerjimin son demlerini kullanıyordum. Bunu diğer ikisi de fark etti ama ses çıkarmadı. Gücümün son demlerinde bile aşırı güçlü olmaya çabalamıştım. Onlar saygı duydu. Yanlarında duran çantayı da aldılar. Alpha kapının anahtarlarını kapıdan aldı ve biz çıktıktan sonra kilitledi. Apartmandan çıktıktan sonra Alpha’nın gösterdiği arabaya ilerlerken son kez hayatımın geçtiği eve baktım. Orada geçmişimi terk ettim.
--------------
Yol boyunca arabanın arka koltuğunda sessizce dışarıyı izledim. Gittiğim yolun farkında değildim. Birkaç kez, ara sırada uyanarak uykuya teslim oldum. Gecenin karanlığında bir saat geçtikten sonra tekrardan ormana girdik. Buradaki yan yana duran evlerden birinin önünde durduk. Beyaz, müstakil bir evdi. Alpha bana izin vermeden, kapımı açtı. Onun arkasından kahverengi çitlerin yanından geçip evin kapısına kadar takip ettim. Crow da arabadan çıktı ama biraz hava almak istediği söyleyip arkada kaldı.
Alpha kapıyı iki kere çalınca beklemeye başladık. Kapı açıldığında arkasında uzun boylu kadını gördüm. Koyu kahverengi gözlerini üzerime dikti ve beni iyice süzdü. “Sonunda geldiniz. Hemen içeri geçin,” dedi İngilizce. Annem hayatım boyunca yalnızca İngilizce dersinde iyi olmamı önemsemişti. Bu onun kırmızı çizgilerinden biriydi. O zaman nedenini anladım. Kara ruhlar arasında ortak dili konuşmak bizi rahatlatır. Kadın bana bakarken yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Çantamı benden aldı ve vestiyere o koydu. Sonra da Crow’u beklemeden arkamızdan kapattı. Crow daha sonradan gelecek gibiydi. Bunu pek umursamadım.
Alpha’nın yorgun olduğunu anlamak için usta gözlere ihtiyacım yoktu. Kendi çantasını kenara bırakıp ceketini vestiyere astı. İki eliyle saçlarını geride attı. Kadınla konuşmaya ihtiyaç duymadan bana yöneldi. “Bu gecenin senin adında zor olduğunun farkındayım. Yalnızca hayatta olmana odaklan gerisi sonradan gelir.” Ardından arkasında döndü ve uyuyacağını söyleyip koridorun sonundaki odasına gitti. Kapının kilitlenme sesini duydum.
Kadın nefesini verdi ve elini omzuma koydu. “Sana odanı göstereyim orada tanışırız,” dedikten sonra çantamı alıp beni koridorun sonundan ikinci odaya götürdü. Sıradan bir yatak odasıydı burası. Bir yatak, gardırop ve komodinden oluşuyordu. Odanın perdeleri kapalıydı. Hiçbir özel eşya yoktu. Bana o televizyonlarda gördüğüm otel odalarını hatırlattı. Hiç otelde kalmamıştım. Benimle içeri girip arkamdan kapıyı kapattı.
Sırtını kapıya yasladı. “Rahat ol. Kendini zorlamana gerek yok. Onların aksine ben senin gibilerle daha rahat anlaşırım. Bana Huntress diyebilirsin.” Kendine olan güvenini görebiliyordum ama burada onunla fark ettiğim ilk şey onun ilaç almamış olmasıydı. Alpha gibi, onun da duygularını kapatmak için ilaçlara ihtiyacı pek yoktu.
Yatağa oturdum, sırtımı duvara verdim ve dizlerimi kendime çektim. Bu kadının yanında güçlü kavramanın yanından bile geçemezdim. Ondan daha kısa, daha zayıf, daha çelimsizdim. Onun yanında, daha az biriydim. Kahverengi kısa saçları, bir avcının gücüne sahip kolları ve uzun bacakları vardı. Yüzü donuktu ama sıcaklığını buldum. Sol elinin işaret parmağına gümüş grisi yüzük takmıştı. Aynı kolunda kurt bilekliği vardı. Onlardan biri, klanın geri kalanlardan. Onu yıllar sonrası dışarıda görsem belki kara ruh olduğunu anlardım ama o an hiç öyle durmuyordu. İki kolunu dirseklere kadar sıvamıştı. Sol kolunda runik tarzında bir dövme vardı. Ona baktım ama konuşmadım. Açım, yorgunum ama onunla aramı bozmaktan çekiniyordum.
Ben konuşmayınca, hemen yan odamda olduğunu söyleyip beni odada yalnız bıraktı. Nefesimi verdim. Yataktan kalkıp yanımda getirdiğim eşofmanımı giydim. Saçlarım berbat durumdaydı ama bunuf umursayacak durumda değildim. Elime günlüğümü aldım ve yazmaya başladım. Günün son kısımlarını ve gece olanları yazdım. Ben yazılarımı bitirdiğimde kapı çaldı. Kendimi toparlayıp girmesini söyledim.
Huntress odaya sessizce girdi. Ellerinde tepsi tutuyordu. Konuşmadan yanıma kadar gelip komodinin üzerine bıraktı. İçinde çok lezzetli duran iki tostun yanında koca bir bardak çay vardı. Üzerinden buhar tütüyordu. “Aç olduğunu düşündüm. Eğer duş almak istersen senin iki yanındaki kapıda, havlunu hazırladım. İstediğin zaman yapmaktan çekinme bu evde kimse sesinden uyanmaz. Erken kalkmakla da hiç uğraşma. Sana ayırırım.” Sonra da iyi geceler dileyip odadan çıktı.
Komodinin üzerine eğilip hazırladığı yemeğe başladım. Sıradan bir tost, hiçbir bu kadar lezzetli olmadı. O gece uykuya sessizce daldım. Son kez uykuya daldığımda insandım, o gece kara ruhtum.